Hizbullah'ın Ölümcül Kucağı: Dostlar Yerine Düşman Seçimi

Hizbullah’ın Lübnan ve Arap dünyasındaki halk desteğini, siyasi hataları ve başarısız ittifaklar sonucu nasıl kaybettiğini analiz eden vizyoner bir makale..

Bilal Nour Al Deen

6/18/20255 min oku

Hizbullah’ın Lübnan’daki gücünün son dönemdeki çöküşünde kaderin acımasız bir cilvesi var—bu sadece bir askerî gerileme değil, aynı zamanda ölümcül bir siyasi hata ve kaçırılmış büyük bir fırsattır. On yıllar boyunca, Hizbullah Lübnan’ın “yenilmez gücü” olarak görüldü; Suriye savaşına dönemin lideri Beşar Esad rejimiyle birlikte katılması ve "Aksa Tufanı" sırasında Hamas’la omuz omuza savaşmasıyla bölgesel bir aktöre dönüştü. Ancak bugün, “Direniş Ekseni” diye adlandırılan blokun sarsılmasıyla birlikte, Hizbullah yorgun, askerî altyapısı büyük ölçüde tahrip olmuş, siyasi ittifakları dağılmış ve toplumsal tabanı umutsuz bir hale gelmiş durumda.

Peki bu noktaya nasıl gelindi? Cevap yalnızca İsrail ve Batı’nın sürekli baskısında ya da Ortadoğu’daki jeopolitik değişimlerde yatmıyor. Asıl neden Hizbullah’ın yaptığı büyük hata: Gerçekte düşmanlarıyla ittifak kurdu ve doğal müttefiki olabilecekleri kendisine düşman etti. Böylece, yıllarca üzerine bastığı zemin de ayaklarının altından kaydı.

Stratejik İttifak Yanılsaması

Son yirmi yılda Hizbullah, Lübnan’daki kilit siyasi aktörlerle ittifaklar kurdu. Bunların başında, bugün Cibran Basil’in liderliğinde olan Michel Aoun’un Özgür Yurtsever Hareketi ve Esad rejimiyle ilişkisiyle övünen Süleyman Franjiye’nin liderliğindeki Marada Hareketi geliyordu. 2006’da Hizbullah ile Aoun arasında imzalanan mutabakat, mezhep çatışmalarının parçaladığı ülkede ulusal birliğin sembolü olarak gösterilmişti.

Ancak bu ittifaklar hiçbir zaman ideolojik temelli değildi, sadece çıkar birliktelikleriydi. 2016’da Michel Aoun cumhurbaşkanı oldu, Hizbullah ise silahlarını meşrulaştırmak için siyasi bir kalkan kazandı. Ancak bu ittifak Hizbullah’a çok pahalıya mal oldu. Reformcuları, bağımsızları, ılımlı Sünnileri ve Hristiyanları uzaklaştırarak kendisini sadece 8 Mart Bloku’yla sınırlandırdı. Böylece siyasi statükoyu destekleyen bir yapı hâline geldi.

2019’daki ekonomik çöküşle birlikte, Hizbullah ile Basil cephesi arasında çatlaklar oluşmaya başladı. Hizbullah’ın yolsuzlukla mücadeleye yanaşmaması, devlete karşı çıkan bir çizgi izlemesi bu ayrışmayı hızlandırdı. Hizbullah taraftarları, Cibran Basil’i ittifakı bozmakla ve ABD’ye yakınlaşmak için “Magnitsky Yasası” altında kendisine uygulanan yaptırımları kaldırmaya çalışmakla suçladı. Basil’in şu sözleri dikkat çekiciydi: “Bu savaşı biz istemedik. (Hizbullah) bizi dinlemedi çünkü dış güçlere bağlılar.”

Süleyman Franjiye örneği de benzerdi. Hizbullah’ın kendisine verdiği açık destekle cumhurbaşkanlığına göz dikti. 2023–2024 savaşları sırasında iki kez “Direniş Ekseni’nin düşmanlarının” yenilgiye uğrayacağını, İran ve müttefiklerinin zafere yaklaştığını söyledi. Ancak Aralık 2024’te İsrail ile imzalanan ve gözlemcilerce “aşağılayıcı” olarak tanımlanan ateşkes anlaşmasıyla Beşar Esad rejimi çöktü. Ardından Franjiye de Hizbullah’a sırt çevirdi ve “silahsızlanma” çağrısı yaptı. Oğlu Tony Franjiye ise Hizbullah’ın başlattığı 8 Ekim 2023 Gazze Destek Savaşı’nın “felaket getirdiğini” söyledi ve “teknolojik direniş” çağrısında bulundu.

Sonuç olarak Hizbullah, kendi elleriyle kurduğu ittifaklarla kendini siyasi olarak izole etti. İçeride zayıflayan bir etkiyle ve Amerikan etkisine açık bir hükümette yer almak zorunda kalarak, “siyasi çıkarla kurulan ittifakların laneti” ile yüz yüze kaldı.

Ücretsiz Düşman Yaratmak

17 Ekim 2019’daki halk ayaklanması bir dönüm noktasıydı. Mezhep ve bölge fark etmeksizin Lübnan halkı yolsuz yönetime karşı ayağa kalktı. Hizbullah, halkın yanında mı yoksa sistemin yanında mı duracağını seçmek zorunda kaldı. Eski Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, gösterilerin geri çekilmesini istedi ve sonrasında partililerin protestocuları sindirmeye çalıştığı çok sayıda olay yaşandı.

Bu sadece bir imaj kaybı değil, ciddi bir stratejik hataydı. Kendisini halktan uzaklaştırarak, sahip olduğu “direniş meşruiyetini” de kaybetti ve yozlaşmış, mezhepçi sistemin bir parçası olarak algılanmaya başladı.

Suriye Bataklığı

Hizbullah’ın Arap dünyasındaki en büyük hatası ise 2013’te Suriye’ye müdahalesiydi. Binlerce savaşçı göndererek Beşar Esad rejimini ayakta tutmaya çalıştı. Böylece Lübnan direniş hareketi imajını kaybetti ve İran’ın bölgesel politikalarının bir aracı hâline geldi. Bu müdahale mezhepsel kutuplaşmayı derinleştirdi, Arap ve Lübnanlı Sünnileri uzaklaştırdı ve İsrail karşısında güvenlik açıklarına neden oldu. Üstelik tüm bu çabaya rağmen Esad rejimini istikrarlı hale getiremedi.

Zamanla Hizbullah, Şii çıkarlarını önceliklendiren bir söylem benimsedi. Bu da Sünnilerle olan ideolojik ortaklık ihtimalini ortadan kaldırdı. 2006’daki Temmuz Savaşı’ndan sonra Arap dünyasında Nasrallah’ın posterleri duvarlara asılırken, şimdi Hizbullah Arap isyanlarının bir kısmını destekleyip diğerlerini bastıran çifte standartlı bir aktör olarak görülüyor. Bu, mezhepler arası dayanışmayı çökertti ve partiyi içeride ve Arap dünyasında yalnızlaştırdı.

Esad rejiminin 2024 sonunda çökmesiyle Hizbullah ağır bir darbe aldı. Silah ve mali yardım yolları kesildi, bölgedeki ana müttefikini kaybetti. İran rejimi de İsrail saldırıları karşısında zayıflarken, Hizbullah bölgesel anlamda da sahipsiz kaldı.

Yeni Bir Başlangıç Mümkün mü?

Tüm bu tabloya rağmen, Hizbullah’ın imajını yeniden inşa etme ve meşruiyetini kısmen de olsa geri kazanma şansı hâlâ var. Özellikle Lübnan’daki Sünni halkla yeni bir sayfa açarak bu mümkün olabilir. Ancak bu, cesur bir özeleştiri ve geçmiş hataları kamuoyuna açıkça kabul etmeyi gerektiriyor. Özür dilemek bir zayıflık değil, güven tazelemenin ve toplumsal barışı yeniden kurmanın ilk adımıdır.

Ayrıca mezhepsel söylemlerden uzaklaşıp daha kapsayıcı ve pragmatik bir siyasi yaklaşım benimsemesi şart. Böyle bir değişim, Hizbullah’a yeni ittifaklar kurma ve yeniden ulusal bir güç olarak konumlanma fırsatı verebilir.

Kararı Tarih Verecek

Tarih, Hizbullah’ı sadece kazandığı savaşlarla değil, aynı zamanda kaçırdığı fırsatlarla da yargılayacaktır. Eski düşmanlarla ittifak kurup potansiyel dostlarını kendine düşman ederek, en değerli şeyini—Lübnan halkının ve Arap Sünnilerinin güvenini—kaybetti. Bu sadece siyasi bir kayıp değil, parti meşruiyetinde derin bir yaradır.

Bir zamanlar sarsılmaz bir gelecek vaat eden bu yapı, bugün belirsizlikle kuşatılmış, iç ve dış meydan okumalarla yüzleşen bir organizasyona dönüşmüştür. Bu hikâye, meşruiyet ile iktidar arasındaki farkı unutan, askeri gücün her şeyi çözeceğini düşünen her hareket için ibretlik bir ders niteliğindedir. Zira gerçek güç, halkın desteği olmadan sürdürülebilir değildir.