Mezheplerin Sonu: Amerika Azınlıklardan Vazgeçiyor, Sünnileri Kucaklıyor
Amerika’nın Orta Doğu stratejisi değişiyor: Azınlıkları bırakıp Sünnilere yöneliyor. İran zayıflıyor, Suudi Arabistan yükseliyor, Washington istikrar peşinde.
Bilal Nour Al Deen
7/15/20253 min oku


Ortadoğu’da taşlar yerinden oynuyor. Amerika’nın onlarca yıllık ‘azınlıkları destekleme’ stratejisi çöküyor. Bu değişim sadece Suriye’yi, Irak’ı veya Lübnan’ı değil — belki de Türkiye’nin bölgedeki rolünü kökten etkileyecek.
Peki, bu hikâyenin sonuna mı geliyoruz? Yoksa yeni bir oyun planı mı sahneye çıkıyor?
Bu stratejik dönüşümün merkezinde, 7 Ekim 2023’te gerçekleşen "Aksa Tufanı" operasyonu ve bunun sonucunda İran ve müttefiklerinin yaşadığı gerileme yer alıyor. Bu olay, Orta Doğu’nun artık eskisi gibi kalmayacağının sinyallerini verdi. Amerikan işgali sonrası Irak’ın çöküşü ve mezhepsel rekabetin artması, Hizbullah’ın kontrolündeki Lübnan’daki siyasi tıkanıklık, Suriye ve Türkiye’deki devam eden Kürt gerilimi gibi gelişmeler, Amerikan karar mercilerinde giderek güçlenen bir kanaati besledi: azınlık temelli yönetim modelleri, milis yapıları, dış müdahaleler ve radikal ağlar için verimli zeminler yaratıyor ve bu durum hem Amerika’yı hem müttefiklerini tehdit ediyor.
Washington bugün bölgede yeni bir rota çiziyor: çoğunluğu Sünnilerden oluşan hükümetlerle daha pragmatik bir hizalanma. Bu dönüşüm, ne ideolojik, ne demokratik, ne de insani nedenlere dayanıyor. Temel hedef, Çin ile küresel rekabet ortamında Amerika’nın çıkarlarını korumak adına, mümkün olan en uzun süreli siyasi istikrarı sağlamak.
Suriye: Yeni Manzaranın Bir Prototipi
Suriye, bu yeni yaklaşımın en net örneklerinden biri. Amerika artık ülkenin istikrarına öncelik veriyor. Zira Şam’ın sınır ötesi tehditler yaratan radikal ağlar için bir merkez olmaya devam etmesi Washington’ı rahatsız ediyor. Alevi azınlığının hâkimiyetindeki Beşar Esad rejimi, sürdürülebilir bir sükûnet sağlayamadığı gibi, ulusal bir birlik de inşa edemedi. 2011’de patlak veren halk ayaklanması esasen uzun yıllar süren azınlık tahakkümüne karşı bir tepkiydi. Bu gerçeklik, 2024 sonunda Esad rejiminin çökmesiyle birlikte fiilen değişti.
Azınlık temelli yönetimin sona ermesi, Suriye’deki Sünni çoğunluğun siyasal ve toplumsal aidiyet duygusunu yeniden kazanmalarını sağladı. Bu durum, iç istikrarı pekiştirecek ve uzun vadede mezhepsel şiddet olasılığını azaltacaktır. Bu değişim, Washington’un geleneksel olarak desteklediği Kürtlere yönelik mesajlarında da açıkça görülüyor. Amerika’nın yeni duruşu net: Kürt yapılar ulusal birlik içinde entegre edilmeli ve ilke şu: Tek devlet, tek millet, tek ordu. Aynı yaklaşım Türkiye için de geçerli. Artık PKK liderliğindeki bir isyana karşı stratejik bir hoşgörü kalmamış durumda. Silah bırakma ve devlet otoritesinin yeniden tesis edilmesi kararı alınmış durumda. Dış destekle yürütülen ayrılıkçı ya da özerklik hedefli çabaların devri sona erdi.
Buna ek olarak, yeni Suriye yönetiminin (Başkan Ahmed Şara liderliğinde) İsrail’le ilişkileri normalleştirme arayışı, bölgesel gerginliğin kronik bir kaynağını ortadan kaldırabilir ve İsrail’in kuzeydoğu sınırlarının güvenliğini artırabilir. Bu da uzun süredir hem Washington hem Tel Aviv’in hedeflediği bir stratejik kazanım olur.
Suudi Arabistan, Temel Bir Ortak Olarak
İran bölgesel olarak gerilemiş durumda; bu da bölge ülkeleri ve dünyayı Suudi Arabistan'ı yeniden bölgedeki temel bir ortak olarak görmeye yöneltti. Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın politikaları, Riyad'ı Ortadoğu'da karar merkezi hâline getirdi. Suudi Arabistan, İsrail ile “barış” konusunda temkinli bir açıklık sergiliyor olsa da, bu sürecin hâlâ karmaşık hesaplara bağlı olduğu açık. Ancak bu yönde sağlanacak herhangi bir ilerleme, diğer Arap ve İslam ülkelerini de bu sürece katılmaya teşvik edebilir. Bu etki, Suudi Arabistan'ın geniş ekonomik nüfuzunu, stratejik konumunu ve Arap ile İslam dünyasındaki geniş kesimlerle iletişim kurma yeteneğini birleştirme kabiliyetinden kaynaklanıyor.
Bugün yaşananlar, mezhepsel bölünmeler ve etnik temelli yeni devletçikler yaratma fikrine dayanan modellerin artık geçerliliğini yitirdiğini gösteriyor. Bazıları için bu tür çözümler cazip görünse de, aslında çatışmaları yeniden üretiyor ve bölgeyi sürekli şiddet ve kaosa sürüklüyor. Batı ve İsrail için bu parçalı haritanın devamı siyasi ve güvenlik açısından ağır bir yük anlamına geliyor.
Batı artık azınlıkları tamamen terk etmiyor olsa da, onları bölge yönetiminde temel ortak veya istikrar garantörü olarak görmüyor. Yeni şekillenen denklem, ulusal egemenliğe ve geniş halk desteğine dayalı bir meşruiyeti önceleyen bir anlayışı yansıtıyor. Sünnileri merkeze alan yeni rejimler, ideal oldukları için değil, sürdürülebilir oldukları için korunacak ve tanınacak. Tüm bu değişimlere rağmen, İsrail’in bölgede Batı’nın birincil müttefiki olarak merkezi ve vazgeçilmez bir rol oynamaya devam edeceği vurgulanmalıdır.