Orta Doğu değişiyor: Peki Suudi Arabistan nerede duruyor?

Bu makale, Suudi Arabistan’ın Orta Doğu’daki rolünün gelişimini ve diğer ülkelerin iç işlerine karışmadan bölgesel denge kurma çabasını inceliyor.

Bilal Nour Al Deen

7/9/20254 min oku

Orta Doğu, El Aksa krizi sonrasında hassas bir dönüşüm geçiriyor. Suudi Arabistan artık sadece destekçi ya da büyük ittifakların bir parçası değil; bölgesel gündemleri belirleyen, muhalifleri cezalandıran ve Arap siyasetine yeni yönler çizen merkezi bir aktör haline geldi. Bu yükseliş tesadüfi değil ve sadece ABD politikalarının bir devamı olarak görülemez; İran nüfuzunun azalması sonrası ortaya çıkan bölgesel fırsatların ve karmaşık stratejik hesaplamaların sonucudur.

İran, askeri ve siyasi kanallarla Mısır Körfezi’nin kalbinde uzun yıllar nüfuzunu pekiştirmişken, bugün savunmaya çekilmiş durumda. Sadece coğrafi olarak değil, stratejik olarak da geriledi. Bu durum, Suudi Arabistan’a tepki değil, doğrudan eylem pozisyonundan Arap dünyasının merkezi olarak kendini yeniden konumlandırma fırsatı sundu.

Suudi Arabistan’ın yükselişi ABD desteğiyle gerçekleşse de, Riyad tamamen Washington’un gündemine bağlı değil. ABD, Çin’le ekonomik rekabetiyle meşgulken, bölgedeki gerilimleri azaltmak için güvenilir ortaklara alan açıyor. Suudi Arabistan ise ekonomik gücü ve siyasi istikrarıyla bu ortaklardan biri olarak öne çıkıyor. Ancak Riyad, kendisinden isteneni yapmakla kalmayıp kendi stratejisini, önceliklerini ve koşullarını da şekillendiriyor.

Lübnan, Suriye ve Riyad

Lübnan’da bu değişim açıkça görülüyor. Lübnan dosyası artık ABD ve Suudi Arabistan tarafından sahada koordine ediliyor; Fransa’nın rolü görece azalıyor. Riyad, finansal ve siyasi baskı araçlarıyla, askeri olarak zayıflamış Hizbullah’ın etkisini kırıp Lübnan’ı yeni Arap şartlarıyla bölgeye entegre etmeye çalışıyor.

Suriye, Riyad’ın nüfuzunu test ettiği kritik bir sahne. 8 Aralık 2024’te Beşar Esad’ın devrilmesi, halk ayaklanmasından çok bölgesel bir stratejik karardı. Katar ve Türkiye’nin İhvan yanlısı pozisyonlarına karşı, Suudi Arabistan yeni lider Ahmed el-Şer‘a’yı destekleyerek etkisini artırmaya çalışıyor. Washington’dan “Sezar Yasası”nın hafifletilmesini talep ederken, Ankara ve Doha ile resmi bir koordinasyon sürdürüyor ama rekabet devam ediyor. Riyad, 2024 Arap Zirvesi’nde Esad’ı “Arap kucağına dönüş” sloganıyla karşıladı ancak onun İran’dan kopmaya hazır olmadığını gördü. İran’ın Suriye’deki gücü Esad’ı aşmış durumda ve bu da onun sonunu getirdi. Riyad, kendi çizgisine uymayanların bölgede kalmasına izin vermeyeceğini gösteriyor ve böylece Suriye’de nüfuzunu artırıyor.

Sisi ve Riskli Oyun

Mısır, bölgesel dönüşümün karmaşık ve kritik bir boyutunu yansıtıyor. Suudi destekli ve Körfez’in ilk destekçisi olan Abdulfettah Sisi, siyasi geleceğini tehdit eden zor bir pozisyona düştü. Sisi’nin sürdürülemez kalkınma projeleri ve ağır borçlanma politikaları Körfez ülkelerinin desteğine olan güveni sarstı. Riyad’ın önceliklerinin değişmesi ve koşulsuz desteğe tahammülünün azalması bu durumu derinleştirdi. Sisi, İran’a yönelerek bölgesel ilişkilerinde denge kurmaya çalışsa da bu hamle Riyad tarafından zayıflık ve çizgi dışı hareket olarak algılanabilir.

Suudi vizyonu daha pragmatik ve gerçekçi hale geldi; Arap kimliği ya da milliyetçilik artık iktidarda kalmak için yeterli değil. Yeni siyasi kurallar, Riyad’ın bölgesel çıkarlarına bağlılık temelinde destek ve kabulü belirliyor. Aksi yönelim siyasi izolasyona ve hatta zorunlu rejim değişikliklerine yol açabilir. Riyad, bölgesel çıkarları ve istikrarı ön planda tutuyor ve bu da Sisi’nin bugün kırılgan konumunu açıklıyor. Suudi medyasında Sisi’den vazgeçmenin mümkün olduğu sıkça dile getiriliyor.

Barış, Pazarlık Gücü

Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme konusundaki tutumu bağımsızlığını gösteriyor. ABD’nin baskıları altında, Washington Riyad’ın İsrail’e siyasi meşruiyet tanıması için süreci hızlandırmaya çalıştı. Ancak Suudi Arabistan, iki devletli çözüm gerçekleşmeden normalleşmeye yanaşmadı. Bu tutum inatçılık değil, stratejik bir güç oyunu; Riyad hem pazarlık kartını koruyor hem de Arap ve uluslararası kamuoyunda meşruiyetini sağlıyor. Riyad, koşullarıyla partner olduğunu ortaya koyuyor.

Yeni Doğu Dengesi

Suudi Arabistan bugün doğrudan toprak işgali ya da rejim dayatmasıyla egemenlik peşinde değil. Koşullu bağımlılıklar ağı kurarak kararların alındığı, kabul edilen ve dışlananların belirlendiği bir sistem inşa ediyor. Bu askeri müdahale olmadan bölgesel siyasi haritayı şekillendiren yumuşak güç uygulamasıdır ve sonuçları belirleyicidir. Arap diplomasisi artık nezaket ve kırılgan dengeler üzerine değil, yeni kurallar üzerine kurulu: Riyad’ın çizgisine uyan desteklenir, manevra yapan dışlanır, meydan okuyan yok edilir. Riyad, Arap tutumunu temsil eden bir pusula gibi, girişimleri şekillendiriyor ve bazı rejimlerin kaderini kontrol ediyor. Böylece ABD, İsrail ve Türkiye ile birlikte ilan edilmemiş dörtlü bir güç dengesi oluşturuyor. Başka bir ifadeyle, Suudi vetosunun dönemi başladı.

Şimdi soru Suudi Arabistan’ın bu nüfuzunu uzun vadede sürdürebilme kapasitesidir. Bu ise müdahil olduğu bölgelerde siyasi istikrarı sağlayabilme ve rakip güçlerle dengeli ilişkiler kurabilme başarısına bağlıdır.