Şiddet ve Soykırım: İsrail Siyasi ve Askeri Sistemi
Bu makale, şiddetin devamını ve soykırımın kökenlerini, uluslararası ihmali ve hesap verebilirlik ile adaletin acil gerekliliğini ele alıyor. 7 Ekim 2023’ten itibaren İsrail’in uygulamaları ve sonrasıyla ilgili sorular gündeme getiriliyor.
Bilal Nour Al Deen
11/19/20253 min oku


Gazze Şeridi’nde olanlar ve olanlar sadece ani bir olay değildir; onlar, onlarca yıldır var olan İsrail politikalarına derinlemesine kök salmış sürekli bir sürecin parçasıdır. Son ateşkesin ardından İsrail’de durum sakin görünebilir; sirenler durdu ve çoğu tutuklu evine döndü. Ancak bu sakinlik Gazze’ye uzanmıyor; yüzlerce Filistinli sivil her gün hayatını kaybetmeye devam ediyor ve insani yardımlar ciddi şekilde kısıtlanmış durumda. Şiddete izin veren İsrail siyasi ve askeri sistemi hâlâ mevcut ve hesap verebilirlik olmadan, şiddetin tekrar edeceğine dair her neden var, muhtemelen daha yoğun bir şekilde.
Sistematik Soykırım ve Tarihsel Kökenler
İsrail’in Gazze’de yürüttüğü iki yıllık askeri kampanya (7 Ekim 2023’ten beri) soykırımın en net tanımına uymaktadır: bir grubu kimliği nedeniyle yok etmeye yönelik sistematik bir girişim; öldürme, aç bırakma, zorla göç ettirme ve hayati altyapıyı yok etme yoluyla. Sayılar ve gerçekler şüpheye yer bırakmıyor: 68.000’den fazla kişi öldü, bunların arasında kadınlar ve çocuklar var; on binlercesi hâlâ kayıp; yüz binlercesi yaralandı; hastaneler ve gazeteciler doğrudan hedef alındı. Evler tamamen yıkıldı, bütün aileler yok oldu. İsrailli yetkililer açıkça hedeflerini ilan etti: Gazze’yi yaşanamaz hâle getirmek. Bu mecazi değil, hukuki bir soykırım tanımıdır.
Ancak bu soykırımın kökenleri Ekim saldırısıyla başlamadı ve ateşkesle sona ermedi. Bu, onlarca yıllık askeri işgalin, apartheid sisteminin, cezasızlığın ve Filistinlilere yönelik sistematik küçük düşürmenin bir sonucudur; tüm topraklarda Yahudi üstünlüğünü sağlamayı amaçlayan bir çerçeve içinde. Bu uygulamalar, elverişli koşullar ve belirli olayların şiddeti artırmak için kullanılmasıyla güçlendirildi.
Uluslararası Göz Yummanın Sürdürülmesi
Saldırı, İsrail sistemine “öz savunma” adı altında geniş çaplı bir yıkım kampanyası yürütme fırsatı verdi; ancak bu, yarım asrı aşkın süredir süren işgal, abluka ve binlerce Filistinlinin öldüğü askeri operasyonların devamı niteliğindeydi. Uluslararası toplum, özellikle ABD ve Avrupa, bu durumu görmezden geldi veya hoşgördü; bu, soykırımın 21. yüzyılda nasıl normalleşebileceğini gösteriyor—sadece ölçeği veya yöntemi açısından değil, uluslararası hoşgörüsü açısından da.
Şiddet yalnızca fiziksel zararlarla sınırlı değil. İsrail sistemi, ırkçı politikalar uygulayan hükümet, terör uygulayan yerleşimci milisler, yargısız binlerce Filistinliyi tutuklayan cezaevleri ve cezasız kalan günlük savaş suçları aracılığıyla kendini güçlendiriyor. Tüm bu unsurlar, sistemi sürekli bir zorlayıcı ve ırksal kontrol platformu hâline getiriyor.
Hesap Verebilirlik ve Adalet Şarttır
Hedefli medya kapsamı ve resmi İsrail propagandasına rağmen, dünyada olup bitenlere dair farkındalık artmaya devam ediyor. ABD ve Avrupa’daki halk hareketleri, İsrail sistemini süregelen soykırım ve sistematik insan hakları ihlallerinden sorumlu olarak tanımlamaya başladı. Sistem, Filistinlileri birey olarak değil, belirli bir grup olarak hedef alıyor.
Mevcut ateşkes, krizin sona erdiği anlamına gelmez. Gazze’de şiddet doğrudan öldürücü olmayan biçimlerde devam ediyor: çocuklar tedavi edilmeyen sakatlık ve yaralanmalarla karşı karşıya, kıtlık artıyor ve abluka gıda ve temel yardımların ulaşmasını engelliyor. İsrailli yetkililerin hesap vermemesi yalnızca Filistinlilere zarar vermekle kalmıyor, aynı zamanda tehlikeli bir uluslararası emsal oluşturuyor: Bir devlet soykırımı cezasız işleyebiliyorsa, dünyaya bunun tekrar edilebileceğini mesaj veriyor.
Hesap verebilirlik hayati önemdedir çünkü soykırımın tekrarlanmasını önlemenin tek yoludur. İsrailli liderler eylemlerinin hukuki ve siyasi sorumluluğunu üstlenmeli ve Filistinlilere yönelik şiddetin normalleşmesine izin verilmemelidir. Bu sisteme karşı durmak, hem Filistinlilerin hem de İsraillilerin hayatlarını korur ve adaletin, cezasızlığın değil, rehber ilke olmasını garanti eder.